Herkes
Payitaht: Abdülhamid’in ne hakkında
olduğunu biliyor. Sanırım konusunu özetlememe lüzum yok. (Yine de bu hususta
ayrıntılı bilgi isteyenler: google.com’a
buyursunlar.) Tabi ki profesyonel bir sinema/televizyon eleştirmeni olmadığımdan
baştanbaşa bir değerlendirme de yapmayacağım. Sadece şahsi olarak dikkatimi
çeken birkaç şeyden bahsetmek istiyorum.
·
Güncel siyasete gönderme yapma
meselesi: Böyle
bir şeyin olacağını sanırım yetmiş milyon olarak hepimiz biliyorduk.
Şaşırılacak bir durum yok. Buna kızmaya da gerek yok. Bir sanat eseri ortaya
koyarken, eserin; sahibinin ideolojisinden; fikirlerinden etkilememesini
beklemek anlamsız olur. Mühim olan bence bunun nasıl yapıldığı; ya da başka bir
deyişle, mesaj verme kaygısının estetik kaygısının önüne geçip geçmediği. Yani
siz mesaj vereceğim derken, senaryonuzu boğarsanız biz seyirciler olarak bundan
sıkılırız. Ama senaryonuzu mükemmel bir şekilde yazıp, araya da bize hissettirmeden
güncel siyasi olaylara ve kişilere göndermeler serpiştirdiyseniz buna bir
itirazımız olmaz. Yeter ki ağzımızın tadı kaçmasın, seyir zevkimiz bozulmasın. Payitaht Abdülhamid ilk bölümü
itibariyle ince bir çizginin üzerinde yürümekle birlikte, bence bu işi çok
abartmamıştı. Ama bazı sahnelerde
yarısında çıkasım gelmedi değil. Mesela on dördüncü dakika civarında bir
kahvaltı sahnesi var. Dizinin bence en renkli karakterlerinden biri olan
şehzade Abdülkadir, odaya, “Babacığım, yine bir gazetenin saraya alınmasını
yasaklamışsınız,” diye babasına kibarca isyan ederek giriyor. Baba ise kendini,
“Ah benim asi ruhlu evladım. Mesele
benim şahsıma hücum etmeleri değil, mesele devletimize, hilafet makamına hücum
etmeleri,” diyerek savunuyor. Şimdi şu repliği okurken, Abdülhamid’in (ya da daha doğrusu Bülent İnal’ın) bedeninin içine
saklanmış Recep Tayyip Erdoğan
konuşuyormuş gibi hisseden bir tek ben miyim? Tabi kimileri de bu sahneyi,
“işte bak o zamandan bu zamana hiçbir şey değişmemiş” diyerek seyretmiştir. Ama
seyrettiğimiz şey bir dizi. Zamanda yolculuk yapıp gerçekten o kahvaltı
sofrasına gitmedik ki. Yani bu diziyi birileri yazdı, kurguladı. O yüzden bu
diyalogun hiçbir mesaj içermeden, sadece gerçekleri gösterdiğini düşünmek bence
naiflik olur. Tekrar ediyorum; mesele dizinin günümüz Türkiyelilerine mesaj
vermeye çalışması değil, bunu seyircinin gözüne sokarak yapması. Hani ne
derler: “Anlatma. Göster.” Öbür türlü dizi böyle didaktik tavırlar takındığı
her sahnede basitleşir, yazık olur. Yoksa düşünsenize iki tane karmaşık, güçlü
karakter karşı karşıya; üstelik bunlar baba oğul, bir de sarayda kahvaltı
sofrasındalar… Bir senarist bu sahneden yazacak çok güzel şeyler çıkartabilir.
(Burada dizinin senaristlerinin adına kendime: “çok biliyorsan sen yap” diyorum.)
Örneğin, ben bu sahnede iki zıt fikirli karakter arasında öyle bir tartışma
seyretmek isterdim ki hangisine hak vereceğime şaşırayım, beynim yansın falan. Olmadı.
·
Kadın karakterlerin tasviri
meselesi: Sanırım
her yerli dizide kadınlar kategori kategori yer alıyorlar: fettanlar, güzeller,
hafif isyankâr ama aslında çok duygusal olanlar ve melekler şeklinde. Başka var
mı bilmiyorum. Ama genelde karmaşık ve aynı anda iki karşıt kategoriye giren
kadın karakterler pek yazılmıyor. Bence Hayat
Şarkısı’ndaki Hülya Cevher bu
yüzden bu kadar sağlam bir karakter, karmaşık yazıldığı için. Payitaht: Abdülhamid’de de padişahın kız
kardeşi ve karısı “Fettan” kategorisindeyken, kızı ve birkaç saray hizmetçisi
kadın da “Melek” kategorisinde göz doldurmaktalar. En renkli ve dinamik
karakterler Beşinci Murat’ın iki kızı,
-isimlerini şu an hatırlayamıyorum, tarih mezunuysak o kadar da değil. Mesela bu
kızların saraydan çıkamadıkları için halalarına yakındıkları çok hoş bir kesit
vardı. Bana göre, bu iki kadın; kadın-saray, harem-padişah, ya da genelde; “tarihte
erkeklerin kararlarının kadınları nasıl etkilediği” meselelerine değinmek için
çok verimli bir araç, verimli iki karakter.
Bunların
dışında; oyuncular, görüntüler, mekânlar, kostümler, padişahı karşılama
sahneleri çok güzeldi. En güzel sahnelerden biri toplu zikirle çatışmanın eş
zamanlı olarak gösterildiği sahneydi. İslam’da yenilmesi en mühim olan iki
şeyle; nefisle ve düşmanla çatışmanın iç içe verilmesi çok estetik bir ayrıntı
olmuş. Seyretmesi de aynı şekilde çok zevkliydi. Sonuç olarak; dizinin teması
“siyaset” ve “karakter draması” olarak dengeli bir şekilde el ele giderse bence
çok güzel bir dizi seyredeceğiz. Herkesin zaten çok emek verdiği belli. Emeği
geçenler sağ olsun. İnşallah yolu açık olur. Böyle diziler de çoğalır. Ben merakla
takip etmeye devam edeceğim.
Çok güzel bir analiz olmuş. Ayrıca kaleminin kıvraklığına ve akışına hayran kaldım. Yeni yaZılarını merakla bekliyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim ❤
SilBenim de naçizane "didaktiklikten arınmış saf, tertemiz" bir diyalog sahnesi aklıma geldi, beyinde şimşekler çaktıran bir tarzda.. Ve önermek istedim buracıkta... Başrollerini Robert De Niro ve Al Pacino'nun paylaştığı ve bu iki efsanenin karşılıklı oynadığı sahne... "Heat" adlı filmin yedi küsür dakikalık Hırsız (Robert De Niro) ve Polisin (Al Pacino'nun) bir kafede karşılıklı kahve yudumlarken dertleşmesi olarak karşımıza çıkan... Yaşasın Hollywood...
YanıtlaSil