2 Mart 2017 Perşembe

PAYİTAHT: ABDÜLHAMİD'İ NASIL BİLİRDİNİZ?


Herkes Payitaht: Abdülhamid’in ne hakkında olduğunu biliyor. Sanırım konusunu özetlememe lüzum yok. (Yine de bu hususta ayrıntılı bilgi isteyenler: google.com’a buyursunlar.) Tabi ki profesyonel bir sinema/televizyon eleştirmeni olmadığımdan baştanbaşa bir değerlendirme de yapmayacağım. Sadece şahsi olarak dikkatimi çeken birkaç şeyden bahsetmek istiyorum.

·         Güncel siyasete gönderme yapma meselesi: Böyle bir şeyin olacağını sanırım yetmiş milyon olarak hepimiz biliyorduk. Şaşırılacak bir durum yok. Buna kızmaya da gerek yok. Bir sanat eseri ortaya koyarken, eserin; sahibinin ideolojisinden; fikirlerinden etkilememesini beklemek anlamsız olur. Mühim olan bence bunun nasıl yapıldığı; ya da başka bir deyişle, mesaj verme kaygısının estetik kaygısının önüne geçip geçmediği. Yani siz mesaj vereceğim derken, senaryonuzu boğarsanız biz seyirciler olarak bundan sıkılırız. Ama senaryonuzu mükemmel bir şekilde yazıp, araya da bize hissettirmeden güncel siyasi olaylara ve kişilere göndermeler serpiştirdiyseniz buna bir itirazımız olmaz. Yeter ki ağzımızın tadı kaçmasın, seyir zevkimiz bozulmasın. Payitaht Abdülhamid ilk bölümü itibariyle ince bir çizginin üzerinde yürümekle birlikte, bence bu işi çok abartmamıştı.  Ama bazı sahnelerde yarısında çıkasım gelmedi değil. Mesela on dördüncü dakika civarında bir kahvaltı sahnesi var. Dizinin bence en renkli karakterlerinden biri olan şehzade Abdülkadir, odaya, “Babacığım, yine bir gazetenin saraya alınmasını yasaklamışsınız,” diye babasına kibarca isyan ederek giriyor. Baba ise kendini, “Ah benim asi ruhlu evladım. Mesele benim şahsıma hücum etmeleri değil, mesele devletimize, hilafet makamına hücum etmeleri,” diyerek savunuyor. Şimdi şu repliği okurken, Abdülhamid’in (ya da daha doğrusu Bülent İnal’ın) bedeninin içine saklanmış Recep Tayyip Erdoğan konuşuyormuş gibi hisseden bir tek ben miyim? Tabi kimileri de bu sahneyi, “işte bak o zamandan bu zamana hiçbir şey değişmemiş” diyerek seyretmiştir. Ama seyrettiğimiz şey bir dizi. Zamanda yolculuk yapıp gerçekten o kahvaltı sofrasına gitmedik ki. Yani bu diziyi birileri yazdı, kurguladı. O yüzden bu diyalogun hiçbir mesaj içermeden, sadece gerçekleri gösterdiğini düşünmek bence naiflik olur. Tekrar ediyorum; mesele dizinin günümüz Türkiyelilerine mesaj vermeye çalışması değil, bunu seyircinin gözüne sokarak yapması. Hani ne derler: “Anlatma. Göster.” Öbür türlü dizi böyle didaktik tavırlar takındığı her sahnede basitleşir, yazık olur. Yoksa düşünsenize iki tane karmaşık, güçlü karakter karşı karşıya; üstelik bunlar baba oğul, bir de sarayda kahvaltı sofrasındalar… Bir senarist bu sahneden yazacak çok güzel şeyler çıkartabilir. (Burada dizinin senaristlerinin adına kendime: “çok biliyorsan sen yap” diyorum.) Örneğin, ben bu sahnede iki zıt fikirli karakter arasında öyle bir tartışma seyretmek isterdim ki hangisine hak vereceğime şaşırayım, beynim yansın falan. Olmadı.

·         Kadın karakterlerin tasviri meselesi: Sanırım her yerli dizide kadınlar kategori kategori yer alıyorlar: fettanlar, güzeller, hafif isyankâr ama aslında çok duygusal olanlar ve melekler şeklinde. Başka var mı bilmiyorum. Ama genelde karmaşık ve aynı anda iki karşıt kategoriye giren kadın karakterler pek yazılmıyor. Bence Hayat Şarkısı’ndaki Hülya Cevher bu yüzden bu kadar sağlam bir karakter, karmaşık yazıldığı için. Payitaht: Abdülhamid’de de padişahın kız kardeşi ve karısı “Fettan” kategorisindeyken, kızı ve birkaç saray hizmetçisi kadın da “Melek” kategorisinde göz doldurmaktalar. En renkli ve dinamik karakterler Beşinci Murat’ın iki kızı, -isimlerini şu an hatırlayamıyorum, tarih mezunuysak o kadar da değil. Mesela bu kızların saraydan çıkamadıkları için halalarına yakındıkları çok hoş bir kesit vardı. Bana göre, bu iki kadın; kadın-saray, harem-padişah, ya da genelde; “tarihte erkeklerin kararlarının kadınları nasıl etkilediği” meselelerine değinmek için çok verimli bir araç, verimli iki karakter.

Bunların dışında; oyuncular, görüntüler, mekânlar, kostümler, padişahı karşılama sahneleri çok güzeldi. En güzel sahnelerden biri toplu zikirle çatışmanın eş zamanlı olarak gösterildiği sahneydi. İslam’da yenilmesi en mühim olan iki şeyle; nefisle ve düşmanla çatışmanın iç içe verilmesi çok estetik bir ayrıntı olmuş. Seyretmesi de aynı şekilde çok zevkliydi. Sonuç olarak; dizinin teması “siyaset” ve “karakter draması” olarak dengeli bir şekilde el ele giderse bence çok güzel bir dizi seyredeceğiz. Herkesin zaten çok emek verdiği belli. Emeği geçenler sağ olsun. İnşallah yolu açık olur. Böyle diziler de çoğalır. Ben merakla takip etmeye devam edeceğim.







3 yorum:

  1. Çok güzel bir analiz olmuş. Ayrıca kaleminin kıvraklığına ve akışına hayran kaldım. Yeni yaZılarını merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Benim de naçizane "didaktiklikten arınmış saf, tertemiz" bir diyalog sahnesi aklıma geldi, beyinde şimşekler çaktıran bir tarzda.. Ve önermek istedim buracıkta... Başrollerini Robert De Niro ve Al Pacino'nun paylaştığı ve bu iki efsanenin karşılıklı oynadığı sahne... "Heat" adlı filmin yedi küsür dakikalık Hırsız (Robert De Niro) ve Polisin (Al Pacino'nun) bir kafede karşılıklı kahve yudumlarken dertleşmesi olarak karşımıza çıkan... Yaşasın Hollywood...

    YanıtlaSil