2 Temmuz 2018 Pazartesi

Kitap: Bebek Liderliğinde Beslenme BLW


“Masadaki 5 kişi aynı anda yemek yedik. Kimse başkasının kaşığından yemedi; kimsenin yumurtası soğumadı. Çaylar sıcak içildi; taze sıkılmış meyve suları bitirildi. Bütün bunlar olurken etrafta ne bir televizyon, ne bir reklam panosu, ne bir tablet, ne de bir cep telefonu vardı. Kimse video izlemedi, herkes sohbete katıldı. Kimse çantasından evde başkası için önceden hazırladığı bir püreyi çıkartmadı. Kimsenin beslenme çantası yoktu.”
Sf. 85

Bebek Liderliğinde Beslenme BLW kitabı Avrupa çıkışlı bir bebek beslenmesi yöntemi olan, “baby led weaning”  kısaltılmış haliyle BLW’yi enine boyuna tartışan bir kitap. Hemen eklemeliyim kitabı en çok sevme nedenlerimden birisi buydu: BLW yöntemini açıklamaktan ziyade enine boyuna tartışan bir kitap bu. Yazarları sekiz ayrı anne. Girişte kısaca BLW yönteminin prensiplerini anlatıp ardından her biri ayrı ayrı kendi bebeklerinin BLW yolculuğunu paylaşıyorlar. Bu sekiz anne; çevremize BLW’yi nasıl anlatırız, anneanne babaannelerle BLW,  ilk altı ay sadece formül sütle beslenmiş bir bebeğin BLW’ye geçişi nasıl olur, atak dönemlerindeki iştahsızlıklar, iştahsız bebeğe nasıl yaklaşılmalı, fazla iştahlı bebeğe nasıl yaklaşmalı, alerjik bebeklerde BLW gibi birçok konuya açıklık getiriyor. Dışarda yemek yerken BLW nasıl uygulanır, başka evlerde nasıl uygulanır, BLW seansı sonrası temizlik nasıl yapılır yahut en temiz şekilde BLW nasıl uygulanır gibi pratik sorulara da cevap veriyorlar. BLW’nin nasıl uygulandığıyla alakalı temel bilgiler internette mevcut, o kısma değinmiyorum.

Kitapta anlatılanları bebek beslenmesine dair çok yol gösterici ve faydalı bulmakla birlikte, kitap beni BLW hakkında kendi zihnimde daha ayrıntılı düşünmeye itti. Şimdi tekrar başa dönersek; BLW’nin açılımı baby-led weaning Türkçe’de “bebeğin liderliğinde sütten kesilme” gibi bir anlam taşıyor. Çocuk yetiştirme konusunda gittikçe daha ‘doğallaşan’ Avrupa’nın[1] bebeği sütten kesme işini de en doğal yoldan halletmek istemesi sonucu ortaya çıkmış bir yöntem yani. Hedef, bebeğin katı gıdayı kendisinin yemesi, kendi yediği için de ne kadar yediğini de kendisinin belirlemesi ve bunun akabinde ne kadar anne sütü ya da formül süt alacağını da kendisinin karar vermesi. Bu yöntemi uygulayan insanların bebeklerini üç-dört yaşına kadar emzirmekte beis görmeyen insanlar olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Bu noktada anne sütü almayan bebeklerin seçeneği ne bilmiyorum. Bence BLW’nin eksi yönlerinden birisi bu: emmeyen bebeklerin durumu biraz belirsiz bırakılmış. En azından benim araştırdığım kadarıyla gözlemim böyle.
Bütün bunları neden söyledim? Katı bir BLW uygulaması (yani tüm prensipleriyle) bana kalırsa Türk kültürüne pek müsait değil. Türk anneleri genelde bebeklerini en fazla iki yıl emzirir. Bakara 233. Ayette de bu böyle geçer. Bazı alimler iki buçuk yaşına kadar emzirmeyi de uygun bulmuşlar. İki buçuk desek de durum pek değişmiyor. Mesela bebeğini emzirmeyi bırakmaya niyetlenmiş bir anne bebeğinin aldığı katı gıda miktarını arttırarak bebeğinin beslenmesine “liderlik” edebilir. Hatta bu genelde başvurulan bir yöntemdir. Yani biz emzirmeyi de, bebeğin katı gıda alımını da tamamen bebeğin liderliğinde gerçekleştirebilen bir millet değiliz. Bebeğin katı gıdaya hiç ilgi göstermediği durumlarda ise psikolojik olarak bunu kaldırabilecek Türk anne sayısının bir hayli az olduğunu düşünüyorum.
Diğer bir taraftan bebeğin erkenden anne sütünü/ formül sütü daha fazla içmemeye karar vermesi gibi bir durum da var. BLW yöntemi bir bebeğin ana öğününün bir yaşına kadar anne sütü ya da formül süt olduğunu savunuyor. Peki bir bebek, örneğin dokuz aylıkken deli bir iştahla yemek yer ve sütten uzaklaşırsa ne olacak? O zaman da onun liderliğine saygı duyacak, emmeyi bırakmasına izin verecek miyiz? Yahut hangi doktor bir yaşından önce formül sütü tamamen kesmeyi onaylayabilir? İşin bu yönüyle de BLW sadece Türk annelerine değil, belki de dünya üzerindeki çoğu anneye ters. Kaldı ki Bebek Liderliğinde Beslenme BLW kitabında da bebeği çok iştahlı olan bir anne bebeğinin emmeyi erken bırakmasından kaygılandığını itiraf ediyor. Sonuç olarak ben BLW’nin kağıt üzerindeki bazı söylemlerinin fazla romantik olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca kitabı okuduğunuzda klasik yöntemde bebek illa kaşıkla yedirilir yahut BLW uygulanmıyorsa bebek ille de püreyle ya da bulamaçla beslenir, dört yaşına kadar pütürlü yiyemez, beş yaşına kadar kaşık tutamaz gibi bir algıya kapılabilirsiniz. Oysa ki bunların hiçbirisi doğru değil. Kaşık yapay geliyorsa ellerinizle (evet doğru duydunuz) bebeği besleyebilirsiniz. Pişirilenler püre olmak zorunda değil; çatalla biraz ezerek verebilirsiniz. Hatta BLW usulü hazırlayıp pişirdiğiniz parmak besinleri kendiniz elinizle bebeğinizin ağzına tutabilirsiniz. Bebek beslenmesinin ya zorla ya da BLW gibi iki uçta seyreden bir durum olması gerekmiyor.
Buraya kadar BLW’nin uygulanabilinemez taraflarından bahsettim ama bu BLW’nin kimi yönleriyle ne kadar muhteşem olduğunu değiştirmiyor pek tabii. Kitabı okuduğunuzda zaten BLW’ye aşık olmamanız mümkün değil. Adına BLW değil de “Bebeklerde Sofra Adabı” dense bence tam anlamıyla uyardı. Çünkü bu sekiz annenin bebeğinde ortak olarak gördüğüm şey buydu: mesele bebeklerin kendi kendilerine yemeleri değil, bir sofra edebine sahip olmalarıydı. Bu kitabı okuduktan sonra kaçınılmaz olarak etrafımdaki bebekleri ve çocukları yemek zamanlarında gözlemlemeye başladığımda, Türk anneleri olarak çocukların uykusuna, zeka gelişimine, büyüklerine nasıl davranmaları gerektiğine gösterdiğimiz özen kadar onların belli bir sofra adabı edinmelerine özen gösterilmediğimizi fark ettim. BLW bu anlamda çok değerli. Daha altı aylıktan başlayarak, bebeğe bir ‘sofra düzeni’ oturtuluyor. Bebek anne-babasıyla beraber sofraya oturuyor. Ortalama bir yemek yeme süresi boyunca mama sandalyesinde önünde yemeklerle cebelleşiyor. Yiyor veya yemiyor ama o ortamı tecrübe ediyor. Yemeği bitince elleri temizleniyor ve sofradan kalkıyor. Bu esnada oyun oynamıyor, ailesi yemek yerken o çizgi film seyretmiyor. Yazının başında alıntı yaptığım bölüm bu yüzden çok hoşuma gitti. BLW ile beslenen bir bebeğin, kaşıkla beslenen bir bebeğe göre bu adaba uyum sağlaması daha kolay oluyor. Çünkü aile üyeleriyle eşzamanlı olarak yemeğini yiyor. Mesela kitabın yazarlarından biri olan anne, anneanne evindeyken yer sofrasında yemek yediklerini; bebeğinin sofrayı görünce hemen gelip kendisinin sofra başına oturduğunu yazmış. Bu bence çok ama çok değerli bir alışkanlık. O yüzden bebekleri kaşıkla da beslesek, BLW yöntemini de uygulasak işin bu kısmına da dikkat vermek bence çok mühim. Mühimmiş, bu kitabı okuduktan sonra anladım.
Bunun dışında tabi ki BLW’nin ayan beyan ortada olan faydalarını da var. Bebeğin motor becerilerinin gelişmesi, yemek yeme tecrübesinin kimse onu zorlamadığı için daha pozitif olması, yemeği elleri ve yüzüyle de hissetmesi gibi. Onları malumun ilamı olacağından uzun uzun yazmıyorum. (Kendi kendine yemek yiyen bebeğin şirinliğini eklemeyi unutmuşum.)

Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Özellikle yeme bozukluğu olduğunu düşünen kişiler, okurken kendilerini de daha iyi anlayacaklardır. Zira biz çok düzgün yöntemlerle beslenmiş bir nesil değiliz. Hatta bence Türkiye hala beslenme konusunda yeterli bilince sahip bir ülke değil. Kitabı okurken psikolog Nilüfer Devecigil’in “yedirmek de bir şefkat işidir” sözü bir taraftan kulağınızda olsun.[2] Hatta Devecigil’in Işığın Yolu kitabını da önden okuyarak; beslenme ve şefkat ilişkisi hakkında bilgilenebilirsiniz. Yiyecekleri buharda haşlayıp parmak şeklinde kesip bebeğin önüne sunmak (yani BLW) dışında bir ek gıdaya geçiş yöntemi için aşağıya bıraktığım linke bir göz atabilirsiniz.[3]
Sonuç olarak ben “BLW’ye inanma, BLW’siz kalma” düşüncesindeyim. Tıpkı bebek beslenmesine dair olan diğer olguları takip ettiğim gibi BLW’yi de yakından takip ediyorum. Bu kitabı da o yüzden öneriyorum. BLW’yi bilip, artılarını eksilerini kendi şartlarımıza göre değerlendirip bebek beslenmesi işine ona göre devam edebiliriz. Biriyle başlayıp diğerine dönülmez diye bir kaide de yok. Bir gün klasik, öbür gün BLW’ci olabiliriz.  Bebeğimiz kendi yediğinde daha güzel yiyor da olabilir, birisinin yedirmesinden daha çok hoşlanıyor da olabilir. Ya da tercihi dönem dönem değişebilir. Günün sonunda bebeğimizi sağlıklı ve sevgiyle beslediğimiz sürece her şey gibi BLW de onlarcası arasından sadece bir seçenek.



[1] Avrupa’nın çocuklarını doğal yollarla yetiştirme eğiliminde olduğunu sağdan soldan duydum.
[2] Nilüfer Devecigil Instagram hesabında (@niluferdevecigil) bunu yazmıştı.
[3] http://www.istanbulcocuknefrolojisi.com/ek-gidalar.html

3 Şubat 2018 Cumartesi

Kitap: Basit ve Mutlu Yaşam



“Kendi adıma, sadeliğin en büyük zarafet olduğunu düşünüyorum. Çevrenin ve toplumsal beklentilerin sana moda diye sundukları kavramı, hiçbir zaman gerçek ihtiyaçlarının önüne koymamalısın …”
Selen Baranoğlu, Basit ve Mutlu Yaşam, (Cenevre Fikir Sanat: İstanbul, 2016).

Selen Baranoğlu’nu sosyal medyada “basitvemutluyasam” kullanıcı adıyla tanıdığımda henüz bir kitabı yoktu. Basitliğe, sadeliğe, yüklerden kurtulmaya yönelik günlük paylaşımlarını severek takip ediyordum. Hatta #project333’ü[1] de ilk ondan duymuştum. Mutluluğun sadelikte olduğunu savunan çok insan var. Benim gördüğüm kadarıyla Selen Baranoğlu bunu gerçekten hayatına geçirebilmiş nadir insanlardan biri.  Nedendir bilinmez, çoğumuz basitliği zihin aşamasında sevsek de, onu günlük hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Basit ve Mutlu Yaşam kitabı tam da bu noktada hem basit yaşama dair bir rehberlik işlevi hem de minimalizmle ilgili daha ileri okumalar için bir başlangıç noktası görevi görüyor. İçinde bir sürü pratik öneri var. Bu öneriler sadece basit yaşama dair değil aynı zamanda “mutlu yaşama” da dair. Sözgelimi; mutfağınızdaki fazlalıklardan nasıl kurtulabileceğinizi anlatırken, nasıl sabahları daha erken kalkmayı alışkanlık haline getirebileceğinizden de bahsediyor.

Her çözülme bir krizden sonra meydana geldiğinden, Baranoğlu da hikâyesini anlatmaya kendi kriz döneminden başlıyor. Sonra teker teker çözümlere geçiyor. Baranoğlu’nun hikayesinde de dönüşüm, sanırım çoğu kadında olduğu gibi, anne olduktan sonra başlıyor. Çocuk sahibi olduktan sonra içine girdiği çıkmazlar önce bir sorgulamaya, ardından bir farkındalığa, sonra da (her farkındalığın sonunda kaçınılmaz olduğu gibi) bir değişime yol açıyor. Kitapta bunun hikayesini okuyoruz.

Üç Uyanma Anı
Yazar önce üç tane epifani anından bahsediyor. Bu üç anı okurken, her birinden sonra kitabı bir kapatıp on- on beş dakika düşünme ihtiyacı duyuyorsunuz. Kitap bu bölümlerde okuruna “istesen de istemesen de içine dönüp bakacaksın” diyor. Yargısız infaz gibi olmasın ama bu bölümlerde okur zaten bu ihtiyacı hissetmiyorsa muhtemelen kitapta bulacağı pek bir şey de yoktur. Kitabı sakince bir köşeye bırakıp hayatına devam edebilir.
Üç uyanma anını uzun uzun yazmama gerek yok. Kısaca kitabımızın başkahramanı Selen şu üç şeyi keşfediyor/ fark ediyor:
·         Daha huzurlu bir insan olmam için hayatımı basitleştirmem lazım. Hayatım neden basit değil diye şikâyet etmem tembellik. Hayatımı değiştirmek için benim eyleme geçmem gerekiyor.
·         Basit yaşam tüketerek değil, üreterek olur.
·         Bir şeyi yapıyorsam her şeyden önce kendim için yapmalıyım. Ancak o zaman başkalarına da faydam dokunur.
        Bundan sonra farklı alanlarda hayatı basitleştirmek adına öneriler kısmı başlıyor. Bu alanları dört kategoriye ayırabiliriz: fiziki çevrende sadeleştirme, zihinde sadeleştirme, sorumluluklarda sadeleştirme, kalpte sadeleştirme. Bu bölümde elinize hala bir fosforlu kalem almadıysanız… Mutlaka alın. Ve unutmayın, bu dört alan dört kefeli bir terazi gibi: birinden birisi fazla kalabalık olduğunda, diğerlerini gereğinden fazla sadeleştirme ihtiyacı hissedebiliyorsunuz. “Gereğinden fazla sadeleşmek” de sadelikten bir yarar sağlayamamanıza sebebiyet verebilir. Sadeleşmek huzurlu bir yaşam için bir araç, amaç değil. Bir diğer önemli nokta da sadeliğin kişiden kişiye göre değiştiği. Size göre sadeyse sadedir.
İlk sırada fiziki çevrede sadeleştirme geliyor. Burada kast edilen sadece evimiz değil, aynı zamanda ev hayatımız da. Evi sadeleştirmek deyince hepimizin aklına gelen fazla eşyalardan kurtulma kısmına yazar da değiniyor. Bu kısımda bilmediğimiz farklı bir şey yok. Benim asıl dikkatimi çeken ev hayatını basitleştirmek adına önerilerdi. Örneğin, Baranoğlu evi temiz tutmak adına gerekirse başka gereksiz harcamalardan kısıp yardım almak. Bir diğer dikkatimi çeken öneri de ertesi sabahın iyi geçmesi adına kahvaltı sofrasını geceden hazırlayıp yatmaktı.
İkinci bölüm benim zihinde sadeleştirme dediğim bölüm. Zihnimizi sadeleştirmek adına ilk adım farkındalıklı nefes. Bu, “hele bir soluklan” dediğimiz şey aslında. Sadece durmak ve içine dönmek. Bunu yaptığımız an odağımız tek bir noktada toplanıyor. Ve odak ne kadar küçükse zihin de o kadar sade oluyor. Namaz kılarken tek bir noktaya bakmamızın sebebi de bence bu. ‘Tek odak’ zihni geçmişten ve gelecekten alıp bu ana getiriyor.
Zihnin sadeleşmesi için başka bir öneri neyi ne zaman ve neden düşündüğümüzü fark etmek. Sözgelimi yalnızca merhabalaştığınız birinin hayatınız hakkında yaptığı densiz bir yorumu düşünmek zihninize fazlalıkken, çocuğunuzun sağlığını düşünmek değildir. Yahut bazı şeyleri yalnızca o gün düşünmek fazlalık değilken, her gün düşünmek fazlalıktır. Yine bu bölümde, cep telefonu gibi teknolojik cihazlarla arana bir sınır koymaktan ve planlarımızı not etmekten bahseden kısımlar var.
Diğer iki bölüm sorumlulukları paylaşmakla ve mutluluğun nasıl seçimlerimize bağlı olduğuyla alakalı bölümler. Onları ayrıntılı yazmıyorum. Merak edenleri kitabı okumaya davet ediyorum.
Sadeleştirmekten bahsetmek şöyle dursun, sadeleşmenin neden bu kadar meşhur olduğunu sorgulama bile klişe oldu artık. O yüzden bu sorgulamaya girmiyorum. Ama sadeliğin neden bu kadar, tabiri caizse “tuttuğunu” biliyorum. Özümüzden kuvvetli olan, ona hükmeden her şey bizi mutsuz ediyor çünkü. Bu sadece dolabımızda duran fazla bir etekten ibaret değil. Baranoğlu’nun da değindiği gibi üzerimize binen bazı sorumluluklar, bazı yanlış düşüncelerimiz, inançlarımız da bu şeylere dâhil. Bunlardan sadeleştiğimizde özümüze asıl gücünü iade ediyoruz. Bu yüzden sadeleşmeyi seviyoruz. Bu yüzden basitlik mutluluk oluyor. Bu yüzden basit yaşam mutlu yaşam oluyor.











[1] 333 Project, 3 ayı sadece 33 parça giysiyle geçirmeye dair bir meydan okuma projesi.