9 Mart 2017 Perşembe

KENDİNE AİT BİR BİLGİSAYAR

“Bir kadın yazmak istiyorsa kendine ait bir odası olmalı,” ifadesini sanıyorum hepimiz duyduk. Virginia Woolf –ki kendisi 1882-1941 yılları arasında yaşamış bir İngiliz kadın edebiyatçı olur, Kendine Ait Bir Oda isimli kitabında neden bunu savunduğunu uzun uzun açıklıyor. Woolf’a göre; bir kadın yazmak istiyorsa (ne yazdığı fark etmez), kendi odası olmalı; parası olmalı ve vakti olmalıdır. Tabi her ne kadar bu kitap öncelikli olarak kadının edebiyatla olan ilişkisinden bahsetse de bir şeyler yapmak isteyen her kadının kendini bulabileceği, her kadına hitap eden bir kitap. Türü deneme. Ama uzun bir öykü gibi yazılmış. Ayrıca konuşma formunda. İçeriği kadar biçimi de ilginç yani.

Neden para?

Bu kitabı okurken, en çok yanlış anlaşıldığını fark ettiğim nokta bu “kadın yazmak istiyorsa kendi parasını kazanmalı” kısmıydı. Bir kere, Woolf bu parayı kadının kendisinin kazanması gerektiğiyle ilgili bir şey söylemiyor. Kaldı ki onun da en büyük geçim kaynaklarından biri akrabalarından birinden ona kalan miras; 8-5 bir işte çalışmıyor yani. Zaten böyle bir iddiası olsa, kendisiyle de çelişiyor olurdu zira kadının yazmak için boş vakti olması gerektiğini de ileri sürüyor. (Kendisi sabahtan öğleden sonra 2-3’e kadar yazarmış.) Woolf ’un bu kitabı yazdığı dönemde, bir kadının ben yazmak istiyorum deyip toplumun ondan beklentilerini bir kenara bırakması sokakta kalması anlamına bile gelebilirdi. Öncelikle bu yüzden Virginia Woolf bir geliriniz olsun diyor. Kendisine kalan mirastan bahsederken de; belirli bir gelirin insanda bir “huy değişikliği” yarattığını söylüyor. Bu gelirin onu geçim kaygısından kurtararak ona bir güven verdiğini; bir erkeğin ona bir şey veremeyeceğini ve ondan bir şey alamayacağını ona hatırlattığını, sonuç olarak toplumun hâkim sınıfı olan erkeklere karşı içinde bir kin olmadığını söylüyor. Virginia Woolf’a göre bu durum, aslında kendine ait bir odadan bile daha önce; bir kadının hatırı sayılır bir şeyler yazabilmesi için ilk adım. İlk önce, rahat ve dingin bir ruh halinde olmamız sonra bir şeyler yapmamız gerekiyor. Eğer karşı cinse bir öfke duyuyorsak, cinsiyetimizden ötürü alamadığımız bir eğitim varsa, yazmak istediğimiz için kendimizi dışlanmış hissediyorsak bu kalemimize de yansıyacaktır. Yazdıklarımız da birer “dert yanma” metinleri olacaktır. Halbuki sanatçının ruh hali bu dertlerden uzak ve dingin olmalıdır ki ortaya bir “sanat” eseri çıkartabilsin.

Ayrıca Woolf, bu kitabı yazdığı dönemi kast ederek, o günün toplumunda yoksul birisinin yazma şansı olmadığını da söylüyor. Aslında belki bu kısım kitabın en çarpıcı kısmı. Çünkü bizde yoksulluk ve yazarlık-şairlik genelde kol kola gider. En azından zihinlerimizde bu böyledir. Bir yazarın yoksul olduğunu duymak bizi şaşırtmaz. Normal karşılarız. Hâlbuki Virginia Hanım bunun tam aksini savunuyor. Ona göre parası olmayan seyahat edemez, eğitim alamaz, deneyim kazanamaz ve bu yüzden yazara/şaire gereken deneyimi ve hayal gücünü de edinemez. Nihayet yazdıkları, yine, “kişisel bir yakınmadan” öteye gidemez ve yazdıkları da bir sanat eserine dönüşemez. İşte bu sebeplerden, Virginia Woolf’a göre para kadınlara boş zamana sahip olma, araştırmalar yapma fırsatı vermesi açısından çok gerekli.

Neden oda?

“Yazmak isteyen bir kadın, ortak oturma odasını kullanmak zorundaydı. Ve Miss Nightingale’nin şiddetle yakındığı gibi –“kadınların hiçbir zaman kendilerine ait diyebilecekleri bir yarım saatleri yoktur” –kadının işi her zaman yarıda kesilirdi.” (sf. 74)
Kendine ait bir oda, aslında kendine ait bir gelirin doğal bir sonucudur. Kendimize ait, kilitli, bir odada dışardaki seslere kulağımızı daha rahat tıkarız ve dikkat gerektiren şiir, oyun gibi türleri de yazabiliriz. Virginia Woolf’a göre, İngiltere’deki bazı kadın romancılar, belki de kendilerine ait bir oda olmadığından, zorunlu olarak, insan içinde daha rahat yazılan bir tür olan romana yöneldiler. Bu durum, bazılarının yeteneklerini tam olarak gösterememesine neden oldu. Bu kadınların, yazdıklarını birilerinden saklamaları da özel bir çaba gerektiriyordu. Yazdıklarını gizleyememeleri zihinlerini özgür bırakmalarına engel olabilirdi ve kadın yazarların erkeklerin değer ölçütlerine göre yazmaları, başka bir deyişle “kadın gibi değil, erkek gibi yazmaları” sonucunu doğurabilirdi. Bu nedenle, kapısında kilidi olan bir odaya sahip olmak, yazmak isteyen bir kadın için olmazsa olmazdı.

Bu kitabı okurken aklıma kadın bir yazar yerine, yirmi iki yaşında ailesine “bana şu evden aldığınız kirayı verin yeter başka bir şey istemiyorum” diyerek yazmak dışında başka bir iş yapmayan Orhan Pamuk geldi. Galiba Virginia Woolf’un kast ettiği böyle bir şeydi diye düşündüm. Sonra da bunu yapabilecek olanların sayılarının azlığını düşündüm. Yoksul bir aileden geliyorsanız, yazma rahatlığına kavuşana kadar çok çalışmanız gerekir. O kadar çalıştıktan sonra ise, insanın yazdıklarında yine en belirgin tema “kişisel dert yanma” olur diye düşünüyorum. Yani yine Virginia Woolf’un istediği şey olmamış olur. Bu ‘belirli bir gelir’ mevzusu bana göre çok karmaşık. Belki 1920lerin İngiltere’sinde geçerli bir savdı bu, ama 2010lar Türkiye’si için ne kadar doğru olur bilemiyorum. Bence Virginia Woolf bu kitabı 2010lar Türkiye’sinde yazsa; yazmak isteyen kadınlara tavsiyesi, tıpkı Orhan Pamuk’un yaptığı gibi yakın aile üyelerinden yardım almaları ve kendilerine ait bir bilgisayar edinmeleri olurdu. Zira günümüzde odalarımızdan çoktan çıktık, kafelere taştık.
Bu kitabı okurken düşündüğüm ve bir türlü cevabını bulamadığım en karmaşık soruysa şuydu: Acaba “Oxford vardı da biz mi okumadık?” diye soran İbrahim Tatlıses’e cevabı ne olurdu? Bunu da siz değerli okurlara bırakıyorum. Allah yardımcınız olsun.




1 yorum:

  1. :) evet kendine ait bir bilgisayar. Çoluk çocuğun işgal etmeyeceği, dosyaların ansızın silinmeyeceği bir bilgisayar elzem

    YanıtlaSil