16 Mart 2017 Perşembe

CAMİ BAHANE MİHRİMAH SULTAN ŞAHANE

Tarihin birinde bir sebepten Üsküdar’daki İskele Camii olarak da bilinen Mihrimah Camii hakkında bir şeyler öğrenmeye karar vermiştim. Camii hakkında bir şey öğrenmek demek de önce camiye ismini veren kadın hakkında bilgi edinmek anlamına geliyordu. Bu yüzden kitaplığımdaki Harem-i Hümayun isimli kitabı açtım, karıştırmaya başladım. Ama okudukça camiyi unuttum, Mihrimah Sultan’ın Osmanlı kadınları için, Osmanlı kadın tarihi için ne kadar çok anlam ifade ettiğini görünce şaşırdım. Yaptığı –muhtemelen birçoğu istem dışı, reformlar hayranlık uyandırıcıydı. Ben bunları nasıl bilmezdim? Okuduklarımı not aldım. Notlarım da camiden çok Mihrimah Sultan hakkındaydı. O notları düzenledim, düzelttim bir düzyazı haline getirdim ve bugün burada paylaşıyorum.

Aşağıda yazdıklarımın çoğunluğu bahsettiğim kitaptan okuduğum şeylerdir. Bu kitabın yazarı Leslie Peirce olmakla birlikte, Osmanlı haremi hakkında yazılmış en mükemmel kitap olduğunu sanıyorum. Haremi merak eden herkese bu hem güzel yazılmış hem de bilimsel kitabı tavsiye ediyorum.
*** 

Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatıyla beraber hanedan üyeleri büyük çoğunlukla İstanbul’da yaşamaya başladı. Bundan önce başkentte yaşayan hanedan üyelerinin sayısı çok azdı. Bunun iki temel sebebi vardı, birincisi erkek hanedan üyelerinin sancağa göreve gidiyor oluşu; ikincisiyse haremin Topkapı Sarayı’nda değil, Edirne’deki eski sarayda yerleşik olmasıydı. Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı’nı yaptırdığında oraya ailesini taşımamıştı. Hürrem Sultan’ın Topkapı Sarayı’nda yaşamaya başlamasına kadar, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi de dâhil olmak üzere, padişah anneleri dahi eski sarayda yaşıyordu. Hürrem Sultan’la beraber, Harem Topkapı Sarayı’na yani başkente taşındı ve doğal olarak Harem’in bir kurum olarak devlet ve siyaset üzerindeki etkisi de arttı. Başka bir deyişle, kadınlar da siyasette etkin olmaya başladı. Kadınların Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatında aktif bir rolü olması, nedense çoğumuz için ilk anda olumsuz bir durum gibi algılanıyor. Ama aslında işin aslı öyle değil; kadınların siyasete dâhil olması ne başlı başına iyi ne de başlı başına kötü bir şey. Tarihteki birçok olgu gibi, hem kazançları hem kayıpları olan bir düzendi sadece.

Harem siyasete nasıl etkiliyordu? Hürrem Sultan’ın devletle ilişkisini bilmeyenimiz yoktur. Aynı şekilde Padişah’ın tek kız çocuğu olan Mihrimah Sultan da devlette çok kritik bir rol oynuyordu. Annesi öldükten sonra, hem babasına hem de kardeşi İkinci Selim’e danışmanlık yaptığı biliniyor. Danışmanlık derken neyi kast ediyoruz? Mesela babası Sultan Süleyman’ı Malta’nın fethi için teşvik ettiğini, babası İstanbul’da olmadığı zamanlarda ona İstanbul’da neler olup bittiğiyle ilgili haberler yolladığını; Kanuni Sultan Süleyman’ın devlet adamlarına göndermek istediği mektupları önce kızına gönderdiğini, Mihrimah’ın sonra o mektupları sahiplerine ulaştırdığını biliyoruz. Aynı şekilde, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu İkinci Selim babası öldükten sonra tahta çıkmak için Topkapı Sarayı’na geldiğinde ilk olarak Mihrimah Sultan’la görüşmüştü. Bunun sebebi, tarihçilere göre, muhtemelen İkinci Selim’in devletin başına geçmeden evvel Mihrimah Sultan’dan başkentle ilgili bilgi almak istemesiydi. Ayrıca Mihrimah’ın Polonya kralıyla mektuplaşmaları var. Bu mektuplaşmalar bir anlamda devletin diploması ayağına dâhildi. Amacı ülkeler arasında bir dostluk ilişkisi geliştirerek barışı korumaktı. Mihrimah Sultan, kocası Rüstem Paşa öldükten sonra da yeniden evlenmeyip babasının sarayına geri döndü ve ömrünün sonuna kadar danışmanlık görevini sürdürdü. Öldükten sonra babasının yanına; yani bir sultan türbesine gömüldü. Oysa o tarihe kadar sultan türbelerinde sadece padişahlar defnedilebiliyordu. Mihrimah Sultan’la birlikte bu gelenek de değişti.

Mihrimah Sultan, Osmanlı Devleti’ndeki en zengin padişah kızıydı. Padişah kızları arasındaki ayrıcalıklı konumu ve ne kadar önemli bir karakter olduğu buradan da anlaşılıyor. Hem babasından, hem de bir Osmanlı paşası olan kocasından kendisine yüklü bir miras kalmıştı. Yüzlerce hayır eseri yaptırdı. Camiler bunların içinden en önemlileriydi. Hanedan kadınlarının hayır eserleri yaptırmaları da ilk kez Hürrem Sultan’ın ve Mihrimah Sultan’ın başlattığı bir gelenekti. Yine de hayır eseri yaptırabilmeleri için önlerinde halen bir engel vardı:  bu hayır eserlerini yaptırabilmeleri için, ya yaşlanmış olmaları ya da kocalarının ölmüş olması gerekiyordu. Örneğin, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii, Mihrimah Sultan on sekiz yaşındayken(henüz yaşlanmamıştı) ve Rüstem Paşa’yla evliyken(kocası ölmemişti) yapılmasından da anlayabileceğimiz gibi aslında bizzat Mihrimah Sultan tarafından değil; babası tarafından Mihrimah Sultan “adına” yaptırılmıştı. Ama Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii 1562’de Rüstem Paşa öldükten bir yıl sonra bizzat Mihrimah Sultan tarafından hatta padişah fermanı olmaksızın Mimar Sinan’a yaptırılmıştı. (Padişah fermanı olmadan yaptırılması da Mihrimah Sultan’ın siyasi gücünü gösteren bir ayrıntı.)
Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da beş tane külliye yapılmıştır. Bu beş külliyeden üçü kadınlara aittir. Mihrimah Sultan Camii(Üsküdar), diğer bir adıyla İskele Camii de bu külliyelerden biridir. Bu külliyelerin yapımına Sultan Süleyman’ın saltanatının ikinci yarısında başlanmıştır. Bazı tarihçiler bunu Sultan Süleyman’ın artık fetihlerin sonuna geldiğinin farkında olmasıyla açıklarlar. Bundan önce, devletin gücü daha çok ihtişamlı törenlerle vurgulanırdı. Örnek olarak, Mihrimah Sultanla Rüstem Paşa’nın düğünü tam on beş gün sürmüştür. Bunun sebebi hem bir paşayla bir padişah kızının evlenmesindeki politik önem, hem de önceki cümlede yazdığı gibi, ihtişamlı bir törenle halkı gururlandırmaktı. Ama sonradan Osmanlı Devleti halkı külliyeler gibi hayır eserleriyle gururlandırma yoluna gitti. Bu külliyeler tabi ki öncelikli olarak Allah rızası için yapılmış olsa da başka getirileri de vardı. Öncelikle, dediğim gibi, devletin ihtişamını halka yansıtmak için bir araçtı. Diğer yandan bu külliyeler, kentsel gelişim stratejisinin bir parçasıydı. Çünkü külliyenin yapıldığı yer doğal olarak gelişiyor, oraya çarşı pazar geliyor ve böylece şehir canlanıyordu.

Son olarak camiye(Üsküdar) geçersek, cami dediğim gibi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mihrimah Sultan adına yaptırılmıştı. Caminin inşaatı 1540’ta başlayıp 1548’de bitti. Bu cami Mimar Sinan’ın erken dönem eserlerindendi. Erken dönem eserlerinden deyince, ben yaşının genç olduğunu düşünmüştüm hâlbuki 51 yaşındaymış. Herkesin bildiği magazin kısmına geçiyorum. Geceyle gündüzün eşit olduğu 21 Mart tarihinde ki 21 Mart Mihrimah sultanın doğum günüydü, iki camiyi de gören bir tepeye çıktığınızda Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’nin minareleri arasından güneş doğarken, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin minaresinin yanından ay battığı; Üsküdar’dakinden ay batarken de, Edirnekapı’dakinden güneşin doğduğu izlenebilirmiş. Şu ayrıntıyı da bilmemiz önemli, Mihrimah Farsçada güneş ve ay demek; bunu bildiğimizde bu olay çok daha fazla anlam kazanıyor. Bazı tarihçiler Mimar Sinan’ın bu ince düşüncesinin sebebini Mihrimah Sultan’a olan aşkına bağlamışlar. Ama bu cami yapılırken, Mihrimah Sultan’ın 18 yaşında ve Rüstem Paşa’yla evli olduğunu ve Mimar Sinan’ın 51 yaşında ve başka birisiyle evli olduğunu düşünürsek bu sözde aşk çok da gerçekçi değil.


Sonuç olarak Mihrimah Sultan bir siyasetçi olarak Osmanlı Devleti’nde önemli birisiydi. Çeşitli şekillerde devlete ve millete yarar sağlayan yüzlerce hayır eseri yaptırdı. Ve bu cami de onlardan birisiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder