Tarihin birinde bir sebepten
Üsküdar’daki İskele Camii olarak da bilinen Mihrimah Camii hakkında bir şeyler
öğrenmeye karar vermiştim. Camii hakkında bir şey öğrenmek demek de önce camiye
ismini veren kadın hakkında bilgi edinmek anlamına geliyordu. Bu yüzden
kitaplığımdaki Harem-i Hümayun isimli
kitabı açtım, karıştırmaya başladım. Ama okudukça camiyi unuttum, Mihrimah
Sultan’ın Osmanlı kadınları için, Osmanlı kadın tarihi için ne kadar çok anlam
ifade ettiğini görünce şaşırdım. Yaptığı –muhtemelen birçoğu istem dışı,
reformlar hayranlık uyandırıcıydı. Ben bunları nasıl bilmezdim? Okuduklarımı
not aldım. Notlarım da camiden çok Mihrimah Sultan hakkındaydı. O notları
düzenledim, düzelttim bir düzyazı haline getirdim ve bugün burada paylaşıyorum.
Aşağıda yazdıklarımın
çoğunluğu bahsettiğim kitaptan okuduğum şeylerdir. Bu kitabın yazarı Leslie Peirce olmakla birlikte, Osmanlı
haremi hakkında yazılmış en mükemmel kitap olduğunu sanıyorum. Haremi merak
eden herkese bu hem güzel yazılmış hem de bilimsel kitabı tavsiye ediyorum.
***
Kanuni Sultan Süleyman’ın
saltanatıyla beraber hanedan üyeleri büyük çoğunlukla İstanbul’da yaşamaya
başladı. Bundan önce başkentte yaşayan hanedan üyelerinin sayısı çok azdı. Bunun
iki temel sebebi vardı, birincisi erkek hanedan üyelerinin sancağa göreve
gidiyor oluşu; ikincisiyse haremin Topkapı Sarayı’nda değil, Edirne’deki eski
sarayda yerleşik olmasıydı. Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı’nı yaptırdığında
oraya ailesini taşımamıştı. Hürrem Sultan’ın Topkapı Sarayı’nda yaşamaya
başlamasına kadar, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi de dâhil olmak üzere,
padişah anneleri dahi eski sarayda yaşıyordu. Hürrem Sultan’la beraber, Harem
Topkapı Sarayı’na yani başkente taşındı ve doğal olarak Harem’in bir kurum
olarak devlet ve siyaset üzerindeki etkisi de arttı. Başka bir deyişle,
kadınlar da siyasette etkin olmaya başladı. Kadınların Osmanlı Devleti’nin
siyasi hayatında aktif bir rolü olması, nedense çoğumuz için ilk anda olumsuz
bir durum gibi algılanıyor. Ama aslında işin aslı öyle değil; kadınların
siyasete dâhil olması ne başlı başına iyi ne de başlı başına kötü bir şey.
Tarihteki birçok olgu gibi, hem kazançları hem kayıpları olan bir düzendi
sadece.
Harem siyasete nasıl
etkiliyordu? Hürrem Sultan’ın devletle ilişkisini bilmeyenimiz yoktur. Aynı
şekilde Padişah’ın tek kız çocuğu olan Mihrimah Sultan da devlette çok kritik
bir rol oynuyordu. Annesi öldükten sonra, hem babasına hem de kardeşi İkinci
Selim’e danışmanlık yaptığı biliniyor. Danışmanlık derken neyi kast ediyoruz?
Mesela babası Sultan Süleyman’ı Malta’nın fethi için teşvik ettiğini, babası
İstanbul’da olmadığı zamanlarda ona İstanbul’da neler olup bittiğiyle ilgili
haberler yolladığını; Kanuni Sultan Süleyman’ın devlet adamlarına göndermek
istediği mektupları önce kızına gönderdiğini, Mihrimah’ın sonra o mektupları
sahiplerine ulaştırdığını biliyoruz. Aynı şekilde, Kanuni Sultan Süleyman’ın
oğlu İkinci Selim babası öldükten sonra tahta çıkmak için Topkapı Sarayı’na
geldiğinde ilk olarak Mihrimah Sultan’la görüşmüştü. Bunun sebebi, tarihçilere
göre, muhtemelen İkinci Selim’in devletin başına geçmeden evvel Mihrimah
Sultan’dan başkentle ilgili bilgi almak istemesiydi. Ayrıca Mihrimah’ın Polonya
kralıyla mektuplaşmaları var. Bu mektuplaşmalar bir anlamda devletin diploması
ayağına dâhildi. Amacı ülkeler arasında bir dostluk ilişkisi geliştirerek
barışı korumaktı. Mihrimah Sultan, kocası Rüstem Paşa öldükten sonra da yeniden
evlenmeyip babasının sarayına geri döndü ve ömrünün sonuna kadar danışmanlık
görevini sürdürdü. Öldükten sonra babasının yanına; yani bir sultan türbesine
gömüldü. Oysa o tarihe kadar sultan türbelerinde sadece padişahlar
defnedilebiliyordu. Mihrimah Sultan’la birlikte bu gelenek de değişti.
Mihrimah Sultan, Osmanlı Devleti’ndeki
en zengin padişah kızıydı. Padişah kızları arasındaki ayrıcalıklı konumu ve ne
kadar önemli bir karakter olduğu buradan da anlaşılıyor. Hem babasından, hem de
bir Osmanlı paşası olan kocasından kendisine yüklü bir miras kalmıştı. Yüzlerce
hayır eseri yaptırdı. Camiler bunların içinden en önemlileriydi. Hanedan
kadınlarının hayır eserleri yaptırmaları da ilk kez Hürrem Sultan’ın ve
Mihrimah Sultan’ın başlattığı bir gelenekti. Yine de hayır eseri
yaptırabilmeleri için önlerinde halen bir engel vardı: bu hayır eserlerini yaptırabilmeleri için, ya
yaşlanmış olmaları ya da kocalarının ölmüş olması gerekiyordu. Örneğin, Üsküdar’daki
Mihrimah Sultan Camii, Mihrimah Sultan on sekiz yaşındayken(henüz
yaşlanmamıştı) ve Rüstem Paşa’yla evliyken(kocası ölmemişti) yapılmasından da
anlayabileceğimiz gibi aslında bizzat Mihrimah Sultan tarafından değil; babası
tarafından Mihrimah Sultan “adına” yaptırılmıştı. Ama Edirnekapı’daki Mihrimah
Sultan Camii 1562’de Rüstem Paşa öldükten bir yıl sonra bizzat Mihrimah Sultan tarafından hatta padişah fermanı olmaksızın
Mimar Sinan’a yaptırılmıştı. (Padişah fermanı olmadan yaptırılması da Mihrimah
Sultan’ın siyasi gücünü gösteren bir ayrıntı.)
Kanuni Sultan Süleyman
döneminde İstanbul’da beş tane külliye yapılmıştır. Bu beş külliyeden üçü
kadınlara aittir. Mihrimah Sultan Camii(Üsküdar), diğer bir adıyla İskele Camii
de bu külliyelerden biridir. Bu külliyelerin yapımına Sultan Süleyman’ın
saltanatının ikinci yarısında başlanmıştır. Bazı tarihçiler bunu Sultan
Süleyman’ın artık fetihlerin sonuna geldiğinin farkında olmasıyla açıklarlar.
Bundan önce, devletin gücü daha çok ihtişamlı törenlerle vurgulanırdı. Örnek
olarak, Mihrimah Sultanla Rüstem Paşa’nın düğünü tam on beş gün sürmüştür.
Bunun sebebi hem bir paşayla bir padişah kızının evlenmesindeki politik önem,
hem de önceki cümlede yazdığı gibi, ihtişamlı bir törenle halkı
gururlandırmaktı. Ama sonradan Osmanlı Devleti halkı külliyeler gibi hayır eserleriyle
gururlandırma yoluna gitti. Bu külliyeler tabi ki öncelikli olarak Allah rızası
için yapılmış olsa da başka getirileri de vardı. Öncelikle, dediğim gibi,
devletin ihtişamını halka yansıtmak için bir araçtı. Diğer yandan bu
külliyeler, kentsel gelişim stratejisinin bir parçasıydı. Çünkü külliyenin
yapıldığı yer doğal olarak gelişiyor, oraya çarşı pazar geliyor ve böylece
şehir canlanıyordu.
Son olarak camiye(Üsküdar)
geçersek, cami dediğim gibi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mihrimah Sultan
adına yaptırılmıştı. Caminin inşaatı 1540’ta başlayıp 1548’de bitti. Bu cami Mimar
Sinan’ın erken dönem eserlerindendi. Erken dönem eserlerinden deyince, ben
yaşının genç olduğunu düşünmüştüm hâlbuki 51 yaşındaymış. Herkesin bildiği
magazin kısmına geçiyorum. Geceyle gündüzün eşit olduğu 21 Mart tarihinde ki 21
Mart Mihrimah sultanın doğum günüydü, iki camiyi de gören bir tepeye
çıktığınızda Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’nin minareleri arasından güneş
doğarken, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin minaresinin yanından ay
battığı; Üsküdar’dakinden ay batarken de, Edirnekapı’dakinden güneşin doğduğu
izlenebilirmiş. Şu ayrıntıyı da bilmemiz önemli, Mihrimah Farsçada güneş ve ay
demek; bunu bildiğimizde bu olay çok daha fazla anlam kazanıyor. Bazı
tarihçiler Mimar Sinan’ın bu ince düşüncesinin sebebini Mihrimah Sultan’a olan
aşkına bağlamışlar. Ama bu cami yapılırken, Mihrimah Sultan’ın 18 yaşında ve
Rüstem Paşa’yla evli olduğunu ve Mimar Sinan’ın 51 yaşında ve başka birisiyle
evli olduğunu düşünürsek bu sözde aşk çok da gerçekçi değil.
Sonuç olarak Mihrimah Sultan
bir siyasetçi olarak Osmanlı Devleti’nde önemli birisiydi. Çeşitli şekillerde
devlete ve millete yarar sağlayan yüzlerce hayır eseri yaptırdı. Ve bu cami de
onlardan birisiydi.