“Kendi adıma, sadeliğin en büyük zarafet
olduğunu düşünüyorum. Çevrenin ve toplumsal beklentilerin sana moda diye
sundukları kavramı, hiçbir zaman gerçek ihtiyaçlarının önüne koymamalısın …”
Selen Baranoğlu, Basit ve Mutlu Yaşam, (Cenevre Fikir Sanat: İstanbul, 2016).
Selen Baranoğlu’nu sosyal medyada
“basitvemutluyasam” kullanıcı adıyla tanıdığımda henüz bir kitabı yoktu.
Basitliğe, sadeliğe, yüklerden kurtulmaya yönelik günlük paylaşımlarını severek
takip ediyordum. Hatta #project333’ü[1]
de ilk ondan duymuştum. Mutluluğun sadelikte olduğunu savunan çok insan var.
Benim gördüğüm kadarıyla Selen Baranoğlu
bunu gerçekten hayatına geçirebilmiş nadir insanlardan biri. Nedendir bilinmez, çoğumuz basitliği zihin
aşamasında sevsek de, onu günlük hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Basit ve Mutlu Yaşam kitabı tam da bu
noktada hem basit yaşama dair bir rehberlik işlevi hem de minimalizmle ilgili
daha ileri okumalar için bir başlangıç noktası görevi görüyor. İçinde bir sürü
pratik öneri var. Bu öneriler sadece basit yaşama dair değil aynı zamanda “mutlu
yaşama” da dair. Sözgelimi; mutfağınızdaki fazlalıklardan nasıl kurtulabileceğinizi
anlatırken, nasıl sabahları daha erken kalkmayı alışkanlık haline
getirebileceğinizden de bahsediyor.
Her çözülme bir
krizden sonra meydana geldiğinden, Baranoğlu
da hikâyesini anlatmaya kendi kriz döneminden başlıyor. Sonra teker teker
çözümlere geçiyor. Baranoğlu’nun
hikayesinde de dönüşüm, sanırım çoğu kadında olduğu gibi, anne olduktan sonra başlıyor. Çocuk sahibi olduktan sonra içine
girdiği çıkmazlar önce bir sorgulamaya, ardından bir farkındalığa, sonra da
(her farkındalığın sonunda kaçınılmaz olduğu gibi) bir değişime yol açıyor. Kitapta
bunun hikayesini okuyoruz.
Üç
Uyanma Anı
Yazar önce üç
tane epifani anından bahsediyor. Bu üç anı okurken, her birinden sonra kitabı
bir kapatıp on- on beş dakika düşünme ihtiyacı duyuyorsunuz. Kitap bu bölümlerde
okuruna “istesen de istemesen de içine dönüp bakacaksın” diyor. Yargısız infaz
gibi olmasın ama bu bölümlerde okur zaten bu ihtiyacı hissetmiyorsa muhtemelen
kitapta bulacağı pek bir şey de yoktur. Kitabı sakince bir köşeye bırakıp
hayatına devam edebilir.
Üç uyanma anını
uzun uzun yazmama gerek yok. Kısaca kitabımızın başkahramanı Selen şu üç şeyi
keşfediyor/ fark ediyor:
·
Daha
huzurlu bir insan olmam için hayatımı basitleştirmem lazım. Hayatım neden basit
değil diye şikâyet etmem tembellik. Hayatımı değiştirmek için benim eyleme
geçmem gerekiyor.
·
Basit
yaşam tüketerek değil, üreterek olur.
·
Bir şeyi
yapıyorsam her şeyden önce kendim için yapmalıyım. Ancak o zaman başkalarına da
faydam dokunur.
Bundan sonra farklı alanlarda hayatı
basitleştirmek adına öneriler kısmı başlıyor. Bu alanları dört kategoriye
ayırabiliriz: fiziki çevrende sadeleştirme, zihinde sadeleştirme,
sorumluluklarda sadeleştirme, kalpte sadeleştirme. Bu bölümde elinize hala bir
fosforlu kalem almadıysanız… Mutlaka alın. Ve
unutmayın, bu dört alan dört kefeli bir terazi gibi: birinden birisi fazla
kalabalık olduğunda, diğerlerini gereğinden fazla sadeleştirme ihtiyacı
hissedebiliyorsunuz. “Gereğinden fazla sadeleşmek” de sadelikten bir yarar
sağlayamamanıza sebebiyet verebilir. Sadeleşmek huzurlu bir yaşam için bir
araç, amaç değil. Bir diğer önemli nokta da sadeliğin kişiden kişiye göre
değiştiği. Size göre sadeyse sadedir.
İlk sırada fiziki çevrede sadeleştirme
geliyor. Burada kast edilen sadece evimiz değil, aynı zamanda ev hayatımız da. Evi sadeleştirmek
deyince hepimizin aklına gelen fazla eşyalardan kurtulma kısmına yazar da
değiniyor. Bu kısımda bilmediğimiz farklı bir şey yok. Benim asıl dikkatimi
çeken ev hayatını basitleştirmek adına önerilerdi. Örneğin, Baranoğlu evi temiz tutmak adına
gerekirse başka gereksiz harcamalardan kısıp yardım almak. Bir diğer dikkatimi
çeken öneri de ertesi sabahın iyi geçmesi adına kahvaltı sofrasını geceden
hazırlayıp yatmaktı.
İkinci bölüm benim zihinde sadeleştirme
dediğim bölüm. Zihnimizi sadeleştirmek adına ilk adım farkındalıklı nefes. Bu, “hele
bir soluklan” dediğimiz şey aslında. Sadece durmak ve içine dönmek. Bunu yaptığımız
an odağımız tek bir noktada toplanıyor. Ve odak ne kadar küçükse zihin de o
kadar sade oluyor. Namaz kılarken tek bir noktaya bakmamızın sebebi de bence
bu. ‘Tek odak’ zihni geçmişten ve gelecekten alıp bu ana getiriyor.
Zihnin sadeleşmesi için başka bir
öneri neyi ne zaman ve neden düşündüğümüzü fark etmek. Sözgelimi yalnızca
merhabalaştığınız birinin hayatınız hakkında yaptığı densiz bir yorumu düşünmek
zihninize fazlalıkken, çocuğunuzun sağlığını düşünmek değildir. Yahut bazı
şeyleri yalnızca o gün düşünmek
fazlalık değilken, her gün düşünmek fazlalıktır. Yine bu bölümde, cep telefonu
gibi teknolojik cihazlarla arana bir sınır koymaktan ve planlarımızı not
etmekten bahseden kısımlar var.
Diğer iki bölüm sorumlulukları
paylaşmakla ve mutluluğun nasıl seçimlerimize bağlı olduğuyla alakalı bölümler.
Onları ayrıntılı yazmıyorum. Merak edenleri kitabı okumaya davet ediyorum.
Sadeleştirmekten bahsetmek şöyle
dursun, sadeleşmenin neden bu kadar meşhur olduğunu sorgulama bile klişe oldu
artık. O yüzden bu sorgulamaya girmiyorum. Ama sadeliğin neden bu kadar, tabiri
caizse “tuttuğunu” biliyorum. Özümüzden kuvvetli olan, ona hükmeden her şey
bizi mutsuz ediyor çünkü. Bu sadece dolabımızda duran fazla bir etekten ibaret
değil. Baranoğlu’nun da değindiği
gibi üzerimize binen bazı sorumluluklar, bazı yanlış düşüncelerimiz,
inançlarımız da bu şeylere dâhil. Bunlardan sadeleştiğimizde özümüze asıl
gücünü iade ediyoruz. Bu yüzden sadeleşmeyi seviyoruz. Bu yüzden basitlik
mutluluk oluyor. Bu yüzden basit yaşam mutlu yaşam oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder