“Varmak
istediğimiz yer senin iç sesin, içindeki doğal çocuk olsun, onun sesini açalım.
Bir nehirle birlikte akmak gibi, ona karşı değil sadece onunla birlikte,
teslimiyetle.”
Güneş
Ulus, Anneliği Like Et, sf. 13
Modası bir gün geçer mi bilmiyorum
ama şu sıralar muhtelif ebeveynlik ekollerinden biri olan doğal ebeveynlik revaçta. Doğal
ebeveynlik kısaca çocuğun ve ailenin beklentilerini ve ihtiyaçlarını
izleyerek herkesin kendisine göre bir düzen oluşturduğu annelik-babalık etme
tarzı. Aslında hiçbir konuda özel bir kuralı olmayan, daha çok sezgilerle
ilerlenilen bir düzen; yani aslında bizim anneannelerimizin babaannelerimizin
de takip ettiği ekol. Şimdi yeniden doğması ve meşhur olmasının sebebi benim
anladığım kadarıyla, tam aksi ebeveynlik tarzlarının (mesela Almanya’da bir
dönem ağlayan bebeklerin kucağa alınmasına katiyen müsaade etmeyen tarzlar) işe
yaramaması; ve onlara bir tepki olarak yeni bir ebeveynlik ekolüne ihtiyacın
hasıl olması. Aslında Türkiye’deki ebeveynler bence zaten eskiden beri doğaldı.
Türk ebeveynler hiçbir zaman çocuklarına kati disiplin uygulayamadı. En azından
benim gözlemim böyle. Bizde genelde sabredilir sabredilir; bıçak kemiğe
dayanınca da şöyle çaktırmadan çocuğun eti dürülür ve gözü yaşlı çocuk
sürüklenmek suretiyle eve götürülür. (Çok mu vahşi bir senaryo oldu?) Neyse, bu
ayrı bir konu. Sonuç olarak, doğal
ebeveynlik, makul yaklaşımı, anlayışlı duruşu ve “en iyisini analar bilir”
bakış açısıyla ebeveynlerin gönüllerinde taht kurmaya devam ediyor.
“Çoğu
zaman kendimi ahtapot gibi hissediyorum; yapılması gereken işler, akşama ne
yiyeceğiz, çocukların ihtiyaçları, evin alışverişi, hepsine yetişmem gerekiyor.
Tüm diğer ihtiyaçların peşinde koşarken, durmaya ve sadece ona bakmaya vaktim
kalmıyor.” (sf.51)
Güneş
Ulus’un kendi anneliğini anlattığı Anneliği
Like Et kitabını da bu bakış açısıyla yazdığını duyunca alıp okumaya karar
verdim. Başından söyleyeyim “Anneliği
Like Et” başlığı kitabın içeriğinin hakkını verememiş. Alt başlığı “Bir
Annenin Farkındalık Notları” ana başlık olarak çok daha münasip olurdu. Güneş Ulus, kitaba önce kendi hamilelik
sürecinden ve anneliğe bakış açısından bahsederek başlıyor. Her konuda
eğitimlere gittiğini, her şeyin yöntemini öğrendiğini anlatıyor. Ama çocukları
doğduktan sonra (aralarında bir buçuk yaş olan iki kız) kurallara takılmaktan ânı
ve anneliğin keyfini yaşayamadığını fark ettiğini itiraf ediyor. Tam bu boğulma
sürecinde doğal ebeveyenlikle tanışıyor. Doğal ebeveynlikle ilgili yaptığı
okumalarla rahatlamaya başlıyor. Ardındansa bunu hayatına uygulamaya girişiyor.
Ve zamanla anneliği dönüşüyor. Anneliği
Like Et’te de bu süreçte hangi yolları izlediğini, hangi düşünce
biçimlerinden kurtulup hangilerinin onun işine yaradığını; kısacası
“farkındalık” denilen yolculukta yaşadıklarını anlatıyor. Kitap bu anlamda sadece
bir ebeveynlik kitabı değil, herkese hitap eden bir kişisel gelişim kitabı.
Çocuğunuz olsun olmasın, bu kitaptan çok faydalanabilirsiniz. Ben en çok bu
özelliğini sevdim. Ayrıca her konunun sonunda Peki Nasıl Yapalım? Çember Sohbeti, Deneyim Önerisi diye üç kısım
var. Buralarda bahsettiği konuyla ilgili tavsiyeler; etrafımızda oluşturmamızı
tavsiye ettiği, kendimiz gibi kadınlardan oluşan arkadaş çemberimizde
konuşmamızı önerdiği konular; önerdiği aktiviteler var: kendi ihtiyaçlarını
görmezden gelmekle ilgili bölümün sonundaki deneyim önerilerinden biri tek
başına yarım saatlik yürüyüşe çıkmak mesela. Kuru kuru şahsi tecrübelerinden
bahsetmek yerine, gayet uygulanabilir ve her an başvurabileceğiniz bu
yöntemleri vererek Anneliği Like Et emsali
kitaplardan bir adım daha öne geçiyor.
“Kendimi
yetersiz hissederken bebeğim de bu yetersizlik duygusunu hissediyor ve ağlayarak
benim duygularımla uyumlanıyordu.” (sf.85)
Kitap beş bölümden oluşuyor.
Bölümlerin her birinin ismi birbirinden güzel: Farkındalığa Davet, Güvenmeye Davet, Bağlanmaya Davet, Duygularını
Kucaklamaya Davet, Harekete Geçmeye Davet. İlk bölümde yavaşlamaktan,
çocukları ancak ‘yargısızca kalbimizi açarsak’ gerçekten görebileceğimizden,
çok işine yarayan nefes egzersizlerinden bahsediyor. İkinci bölümde kafamızdaki
annelikle ilgili tozpembe hayallere çok takılmamayı; normal doğum, bebeği
sadece anne sütüyle beslemek gibi idealleri saplantı haline getirmeden, anneliği
hayatın akışına güvenerek yaşamanın güzelliğinden söz ediyor.
“Varış
hedefi belirlemeden bir yürüyüşe çıkmaya ne dersin? Evden çık, yürümeye başla,
önüne çıkan en alışılmadık, normalde oturmayacağın bir noktada dur ve oturup
etrafı seyret. Bu an, burada olmak sana ne hissettiriyor?” (sf.83- ‘Deneyim
Önerisi’ bölümünden)
Üçüncü bölüm “Bağlanmaya Davet”
benim en sevdiğim bölümlerden biriydi. Güneş
Ulus burada arada bir bebekten ayrı vakit geçirmenin, kendine zaman
ayırmanın yani ‘kendinle bağlanmanın’ önemini anlatıyor. Bu aralar gerçi herkes
bunu anlatıyor gibi. Eskiden aşırı fedakâr annelik moda olduğundan şimdi de
sanırım onun tam zıddına dönüp ÖNCE KENDİNİZ olayı abartılmaya başlandı. Tam da
bu noktada Güneş Ulus çok güzel bir
şey söylüyor: belki de ihtiyacınız olan bebeğinizden ayrı değil, onunla daha
fazla vakit geçirmektir, kendi iç sesiniz size neyi ihtiyacınız olduğunu
söylüyorsa onu dinleyin diyor. Bence gayet mantıklı. Bundan sonra, bu bölümde bahsettiği
başka bir konu da çocukların vakti geldiğinde bağımsız olabilmeleri için önce
sağlıklı bir “bağlı olma” döneminden geçmelerinin gerekliliği ve zamanından
önce çocuğu bağımsız olmaya zorlamanın yanlışlığı.
“Dinlemenin
temelinde susmak var, bu bizim çok bilmediğimiz bir şey. Karışmadan dinlersek
çocuklar pek çok konu hakkında bize bilgi veriyorlar.” (sf.173)
“Duygularını Kucaklamaya Davet”
bölümü anne-babalıktan bağımsız, doğrudan kişisel gelişimle alakalı
diyebilirim. Bu bölümdeki ana noktalarsa; annelerin duygularını bastırmamasının
ve ifade etmesinin önemi, çocukları duygularını ifade etmeleri için teşvik
etmek, kaygılarla baş etmenin yolları; onları görmezden gelmemek, hayal
kırıklıklarımızla yüzleşmek. Kısacası bütün olumsuz duygularımızda barış ilan
etmek. Bu benim de, bence çoğu insanın; hatta çoğu kadının da zorlandığı bir
alan. Genelde olumsuz bir duygu olduğunda onunla “neden varsın ki” diye
didişmeyi tercih ediyoruz. Var olduğunu kabul etmek zor geliyor. Bu olumsuz duyguya
sahip olmayı kendimize yakıştıramıyoruz. O kadar zayıf görmüyoruz kendimizi. Hâlbuki
hepimiz insanız. En olumsuz, hatta belki şeytani duygular bile içimizden
geçebilir. Güneş Ulus da bu bölümde
tam da bunu anlatıyor.
Son bölüm genel olarak
tavsiyelerden oluşuyor. Arada sırada sosyal medyaya, cep telefonuna ara vermek,
çocuklarla oyun oynamak, onlara masal anlatmak gibi konu başlıkları var. Ayrıca
okul ödevlerine dair de yeni bir bakış açısı sunuyor.
Kitabın başında Güneş Ulus, her
şeyi kitaplardan öğrenmeye çalışmasıyla kendiyle dalga geçse de ben kitabı
okurken onu şu an üzerinde gittiği güzel yola çıkartanın yine öğrenme ve okuma
sevdası olduğunu hissettim. Zaten kitap her ne kadar bilimsel iddiası olmayan
bir kişisel deneme kitabı gibi dursa da içinde Sezen Aksu’dan Ali Koç’a, Ruth
Sandford’dan Nilüfer Devecigil’e kadar bir sürü uzmana, sanatçıya, iş
adamlarına referanslar var. Bu referanslar da kitabı güçlendirmiş. Bence bilgi
olmadan sezgi olmaz. Güneş Ulus’un durumu da bunun örneği gibi. Bazen
okuduğumuz bilgilerin sonucunda sezgilerimiz bize tam tersini söyleyebilir. Ama
bu o bilginin gereksiz olduğunu göstermez, tam tersine bize yol gösterdiğini
kanıtlar. Bilgi tu kaka değildir, sezginin yoldaşıdır.
Bu kitabı da önce tüm analara,
sonra kendisiyle derdi olan bütün kadınlara tavsiye ediyorum.