Modernite Kuramı günümüzde
sosyal bilimler çalışmalarında genel olarak araştırmacıların kendilerine temel
aldıkları bilgiler bütünüdür. Modernitenin tam olarak ne anlama geldiğiyle
ilgili ise birçok fikir öne sürülür. Fakat en genel ve kısa ifadesiyle;
modernite on altıncı yüzyıl civarlarında ortaya çıkan değerlere verilen addır..
Bu yeni değerlerin ise en temel özelliği geleneksel olana karşı olması ve
bilimle birlikte ilerleme düsturunu benimsemesidir.
Modernite modeline uyumlu
insan tipi ise “özerk birey”dir. Özerk bireyin, yani modern insanın en temel
özelliği hiçbir geleneksel kurumun baskısı veya etkisi altında kalmadan kendi
doğrularını kendisinin belirlemesidir. Tabi ki din ve inanç da bu kurumların
içinde yer alır. Dolayısıyla modernitenin durduğu yerden bakıldığında din ve
inanç kavramları kesinlikle moderniteyle uyumlu değildir. Örtünme de bu inanç
pratiklerinin bir parçası olduğundan, aynı şekilde, örtünen kadın da modern
insan olamaz. Didem Arvas Balta bu olguya karşı çıkarak günümüzde inancın ve
modernitenin birbirlerine zıt olmadıklarını; aslında bu iki modelin
birbirleriyle birlikte var olduğunu iddia ediyor.[1] Balta, “ikinci nesil
örtünen kadın” diye tanımladığı eğitimli ve şehirli örtülü kadınların örtünme
kararının da pek tabi ki özerk bir karar olabileceğini öne sürüyor.
Bugüne kadar örtünme
konusunu ele alan Nilüfer Göle, Özlem Avcı gibi bazı seküler kadın
araştırmacılar; araştırmalarında örtünmeyi ele alırken Balta’ya göre iki temel
hatalı çıkarım yapmışlardır. Bu çıkarımlardan ilki, örtünen kadının birey yani
özerk olamadığı; diğeriyse bu kadınların örtünmeleri bireysel bir tercih
olmadığından bir otorite tarafından yönlendirildikleri çıkarımıdır. Balta’ya
göre bu iki çıkarımın da hatalı olmasının nedeni temelde aynıdır: örtünme
bireyin inancını deneyimlemesi durumudur ve inancı deneyimleme modernlikle
çelişmez. İnancı deneyimlemenin modernlikle çelişkili olmamasının bir sebebi
modern insanın tanımının yıllar içinde uğradığı değişimdir. Mesela psikolog Alain Touraine bireyin özerk
olabilmesinin ancak diğer bireylerle girdiği etkileşim, çatışmalar ve
mücadeleler sonucu mümkün olabildiğini söyler.[2] Bu açıdan bakıldığında
örtünen kadın hem ülkesinde hâkim olan ideolojinin onaylamadığı bir şey yaparak
devletle çatıştığından, hem de örtüsüyle gerek iş hayatı gerek eğitim hayatı
gibi sosyal alanlarda kendini kabul ettirme mücadelesi vererek toplumla
etkileşime ve çatışmaya girdiğinden tam tamına özerk birey tanımına uygundur.
Seküler kadın
araştırmacıların ikinci çıkarımı olan; örtünen kadının örtünmesinin kendisine
ait bir tercih olmadığını, örtünme kararında çevresindeki erkek otoritelerden
yahut siyasi odaklarının baskısının etkisi olduğunu ileri süren iddiada ise
bireyin pasif olduğu, kararlarında yalnızca sosyal çevrenin etkili olduğu ima
edilir. Oysa birey ne içinde bulunduğu toplumdan bağımsızdır, ne de sadece onun
etkisi altındadır. Toplum ve birey arasında karşılıklı bir ilişki vardır. George Herbert Mead bireyi oluşturan
‘benlikleri’ ikiye ayırır. Birisi toplumdan bağımsız; özümüz olan benlikken,
diğeri toplumla buluşmuş ve özüyle toplum içindeki kuralları harmanlayarak
oluşturulmuş olan benliktir. Mead’e
göre birey bu ikisinden herhangi birisi değil, ikisinin bir arada olduğu
haldir. Örtünen kadınlar da öz
benliklerinde yani topluma kapalı olan benliklerinde var olan inanç duygusuyla,
toplumla ilişkili olan dini kuralların birleşimi olan örtünme eylemini
deneyimleyerek özerk birey olmalarına engel olan bir şey yapmamış olurlar.[3]
Sonuç olarak, örtünme
bazı araştırmacıların öne sürdüğü gibi ikinci nesil örtünen kadınlar için
sadece mahalle baskısı veya geleneğin sonucu yapılmış bir seçim değildir.
Örtünen kadın tam aksine kendisine dayatılan ‘normal kadın’ tanımının dışına
çıkarak bir duruş sergiler ve böylece tam anlamıyla modern bir kadın olur. Bu
minvalde modernlik ve örtünme birbirine karşı değil birbirleriyle birlikte var
olan durumlar haline gelir.